Ertesi sabah Torres del
Paine’de gezmeye devam edeceğiz…
Yukarıdaki fotoğraflardan
birine “Akşam yemeği sonrası Fatih Ağabey'in (Dr. Fatih Şua Tapar) harika
anıları ve fıkralarıyla keyifli saatler geçirdiğimiz salon” diye yazmıştım...
Seyahatin üzerinden bir yıldan biraz daha fazla zaman geçtikten sonra Fatih Ağabey,
Benim o gece kendisinden dinleyip de çok eğlendiğim bir anısını Facebook
sayfasında paylaştı. Ben de bu anıyı buraya taşımadan yapamadım. İşte o geceden kalma hoş bir anı;
TESADÜFÜN İĞNE DELİĞİ
Başrolünde bir üniversite
diploması ve bir Bond çantanın yer aldığı duyabileceğiniz en absürt anılardan
biri yer alıyor aşağıda;
Başlıktaki lafı Ferhan
Şensoy’un eski TRT-1 dizilerinden hatırlayabilirsiniz...Çok kullanırdı. Başımdan
geçen aşağıdaki olayı okuduğunuzda yaşanan olaya nasıl uyduğuna şaşıracaksınız.
Bu anıyı değişik ortamlarda defalarca anlatmışımdır. Facebook listemdeki
arkadaşlarımdan epey bir dinleyen vardır sanırım ama dün paylaştığım
diplomalardan sonra bunu canlı dinlemiş olan bir arkadaşım buraya da yazmamı
istedi. Onun mesajını gören bir arkadaşım merak etti ve böyle talepler gelince
hadi dedim anlattığım gibi yazmaya çalışayım. Canlı anlatır kadar olmasa da talebi
yerine getirmiş oluruz. Başlayalım mı?
Biliyorsunuz,
üniversitelerden mezun olurken diplomalarımızı hemen teslim etmiyorlar.
Diplomalar hazırlanıp dosyalarda bekliyor, bir fırsatını bulduğumuzda da gidip
alıyoruz. Bu diplomayı alma süresi birkaç seneyi bulabiliyor.(Diplomasını
teslim almadan emekli olan hekim arkadaşlar varmış doğruysa) Biz de elimize
tutuşturulan bir çıkış belgesiyle ayrıldık Cerrahpaşa Tıp’tan ve mesleğe
başladık.. Mecburi hizmet, görev yerim Konya Akşehir... Diploma alma konusunda
sanırım ben de uyuşuklar grubuna giriyorum.. Ancak 5 yıl sonra almaya
gidebildim diplomamı. Anlatacağım olay da bununla ilgili zaten.
Efendim, mezun olduktan
yıllar sonra başka bir iş için İstanbul’a yolum düştüğünde Cerrahpaşa’ya
uğrayıp diplomamı da bir zarfın içinde aldım. Gözüme öyle değerli bir belge
gibi gözüküyor ki katlamak istemiyorum. Elimde bir Bond çanta vardı... Bir
zamanlar modaydı bu çantalar hatırlarsınız. Kırışmaması için ona koydum ama
çanta biraz ufak boydu sığmadı. Zarfından çıkarıp koyunca yine tam sığmadı ama
çantanın içine doğru hafif eğilerek katlanmadan ve kırışmadan sığabiliyor.
İçime sinmedi acaba çerçeveletsem de öyle mi götürsem diye düşündüm ama şimdi
bir camcı bul, hemen yapamayacaktır onu bekle üşendim. Çantada bir şey yoktu
zaten, böyle götüreyim dedim. Akşam Akşehir’e döneceğim. Otobüsün kalkma saati
olan 22.30’a vakit var. Aksaray'da biraz oyalanıp daha sonra yürüyerek o
zamanki otogar olan Topkapı’ya gitmeyi düşünüyorum. İstanbul’un otogarı
burasıydı ve rezalet bir yerdi orada beklemek istemiyorum...
Hava karardı bu arada.
Vakit geçsin diye Aksaray’da bir kahvehaneye girip oturdum. Aradan fazla bir
süre geçmemişti ki içeriye polisler doluştu. O civarda bir gasp mı, cinayet mi
ne olmuş bölgeyi tarıyorlarmış. Acele acele, biraz sinirli, sert tavırlarla herkesi
ayağa kaldırıp üzerini arıyor ve ayaküstü sorguya çekiyorlar. Bir polis de
benim yanıma geldi. Üzerimi aradıktan sonra sorulara başladı. Klasik; isim,
adres, ne iş yapıyorsun gibi sorular. “Ne iş yapıyorsun?” diye sordu polis
bana, “Doktorum” dedim. Ve polis arkadaş hiç tahmin edemeyeceğiniz bir şey
söyledi: “Diplomanı göster!”
Evet aynen böyle dedi:
“Diplomanı göster”... Herhalde dili sürçtü ya da “Bu saatte, böyle bir yerde
bir doktor ne arasın” diye düşünüp inanmadı da kesin bir kanıt mı istedi veya
hekimliğin ispatı için tek belgenin diploma olduğu kanısında mıydı ne bileyim
hekimlik diplomasının kimlik gibi bir şey olup her zaman cepte taşındığını mı
zannediyordu?... Her ne düşündü bilmiyorum ama bu lafı etti. Ya ben ne yaptım?
Gayet sakin, masanın
kenarında duran Bond çantayı alıp masaya yatırdım. Çantanın kilit
mekanizmalarını "çat! çat!" diye açtım. İçinden diplomayı çıkarıp gösterdim. Aldı
eline, şöyle bir baktı. “Haa, tamam” dedi ve yanımdan ayrıldı.
Öylesine yaşanılıp geçen
bu fena halde absürt yaşam dilimi bana sonradan öyle komik geldi ki, birkaç gün
boyunca aklıma geldikçe gülmemek için kendimi zor tuttum. Otobüste zaten beni
deli sanmış olabilirler. Sırıtıp duruyorum. Allah'ım diyorum bu ne saçma bir
durumdur? Nasıl bir şeydir? Böyle bir şeyin olma ihtimali nedir?
İki şeyi çok merak ettim
sonradan. Birincisi acaba diyorum üşenmeyip çerçeveletmiş olsaydım ve polis
sorduğunda sarılı kağıdı açıp onu gösterseydim ne olurdu? Olayın saçmalığı o
esnada anlaşılır mıydı? İkinci merak ettiğim şey ise; o polis arkadaş da
sonradan, “bu işte bir tuhaflık var ama ne?” diye düşünmüş müdür? Belki o da
olayı kavrayarak arkadaşlarına anlatıp durmuştur. Bir polisten böyle bir hikaye
duyarsanız bilin ki hikayede ki Doktor benim. Böyle tesadüfün resmen iğne deliği
olan bir olay kaç kişinin başına gelebilir ki?...