Vietnam Laos Kamboçya Seyahatnamesi 1

Halong Körfezi, Vietnam







Pa That Luang'ın duvarları, Vientiane, Laos

Angkor Wat, Siem Reap, Kamboçya

















İnsan, üzerinden onca yıl geçtikten sonra oturup bir seyahatten aklında kalanları neden yazar?  Tabii ki kendisi için; kısacık süreler geçirdiği ama tuhaf bir şekilde özlediği diyarlara yazarak da olsa yeniden gitmek için…

Her seyahat dönüşü sırt çantama, valizime, ceplerime sıkıştırdığım programları, broşürleri, biletleri, aldığım küçük notları ve hatta boarding pass’ları toplar bir kutuya koyar saklarım. Hani olur da ileride blogda yazarsam kullanırım diye. İşte yıllar sonra o kutulardan birini açıp Vietnam, Laos ve Kamboçya’dan aklımda kalanları yeniden yazmaya karar verdim. Yeniden diyorum çünkü seyahat dönüşü bir hevesle yazmaya başlamış ama yarım bırakmıştım. Ve yazının en başında da dediğim gibi; gezginlere yol göstermek gibi bir amaçtan çok, bir nevi özlem gidermek benimkisi, yani kişisel bir seyahatname...

Vietnam Laos ve Kamboçya benim için tam anlamıyla "neye niyet neye kısmet" bir seyahatti. Aylar öncesinden Meksika ve Guatemala’ya gitmek için planlar yapmış, paramı ödemiş, Lonely Planet’leri hatmetmiştim ki, bir son dakika sürprizi ile tur iptal olmuş, kendimi dünyanın bir diğer ucuna giderken bulmuştum... Hani Vietnam’a uçarken sorsanız “Guatemala City’de Modern Sanat Müzesi nerede?” diye, tarif ederdim ama henüz gittiğim destinasyona ait bir Lonely Planet’im bile yoktu.(Not: Singapur Changi Havalimanından aldım tabii ki…)

Bu sürpriz seyahat hem harika geçti hem de sonraki seyahatlerimi birlikte
 planlayacağım harika insanlarla tanıştım. İşte 2008’de eski Karıncalar ile yaptığım Vietnam Kamboçya Laos turundan hatırımda kalanlar, ya da bu seyahate ait kutudan çıkanlar…


Adı savaşla özdeşleşmiş uzak ülke; Vietnam 

Başkent Hanoi



Yukarıda “neye niyet neye kısmet” bir seyahat dediysem de 8 Aralık 2008 günü Singapur Havayollarına ait devasa Boing 777-200 ile Dubai aktarmalı Singapur’a uçarken çok heyecanlıydım. Gitmekte olduğum ülkelerin her üçü de merak ettiğim, görmek istediğim diyarlardı. Hele de Vietnam...

Benim gibi ortalamanın birazcık üzerinde bir sinemaseverin Vietnam’ı merak etmeme olasılığı var mı? Hem sinemasever olmasa bile Vietnam Savaşı hakkında bir dolu film izlememiş bir fani var mıdır? Müfreze’deki Çavuş Elias’ın (Daniel Defoe) öldüğü sahneyi nasıl unutabilirsiniz ki? Veya Kıyamet’in “sabahları napalm kokusunu seven” Korgeneral Kilgore’u Robert Duvall’i? Avcı’daki Rober de Niro ve Christopher Walken’in karşılıklı Rus ruleti oynadığı sahne hangimizi sarsmamıştır ki?

Bu arada küçük bir not; Vietnam’a iner inmez ilk fark ettiğim bizim Vietnam Savaşı dediğimizin onlar için "Amerikan Savaşı" olması. Yıllar önce U2’nun solisti Bono’nun bir röportajını izlemiştim. Orada Bono; “America is colonizing our subconscious” diyordu; yani “Amerika bilinçaltlarımızı sömürgeleştiriyor". Doğal olarak bu kadar Hollywood filmi izledikten sonra, bizim için de bu savaşın adı Vietnam Savaşı olarak kalmış. Fakat bu güzel ülkeye saygı gösterip yazının devamında, izninizle ben de "Amerikan Savaşı" demek istiyorum...

Dubai'deki kısa süreli bekleme dahil yaklaşık 10,5 saat süren bir uçuşunun ardından şu ana kadar gördüğüm en güzel havalimani; Singapur'un Changi Havalimanına indik. Burada iki saat kadar oyalandıktan sonra 3,5 saat daha kuzeye uçup Başkent Hanoi’nin şehir merkezine yaklaşık 30 kilometre mesafedeki Noi Bai Havalimanına ulaştık. Ülkeden kuş uçuşu 7000 kilometre kadar ve 5 saat ileride, rehberimiz “Sin Chao” diyerek karşıladı bizleri, yani “Merhaba”

Genellikle turlarda havalimanından, şehirde kalacağınız otele doğru yapılan ilk yolculularda yerel rehberler size, şehirle ve seyahatle ilgili birtakım bilgiler verirler ama ben itiraf ediyorum onları hiç dinlemem… Ya önceden okumuş olurum ya da sonradan öğrenmek istediklerimi kendim öğrenirim.  Bir de rehberlerin bilgisine güvenmem ki bu düşüncemde haklı olduğumu kanıtlayan olaylardan biri tam da bu sözünü ettiğim anda gerçekleşmişti; Amerikan savaşındaki Vietnam’lı kaybı sayısını sorduğumuz yerel rehber bize “20 bin kadar” yanıtını vermişti ki, emin olmak için birkaç kez daha sorup yine aynı yanıtı alınca başka soru sormadım zaten. (Wikipedia der ki; Vietnam hükümetine göre Kuzey Vietnam Ordusu ve Viet Cong’lar olarak savaşta öldürülen askeri personel sayısı 1,1 Milyondur…)


Hanoi Caddelerinden. Neden maske takıyorlar ki?

Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti Hanoi’ye yaklaştıkça 9 Milyonluk nüfusun yarattığı insan ve trafik karmaşasının içine dalıyorsunuz. İlk izlenimim; “Ne kadar da çok motosikletli var ve neden maske takıyorlar?” oluyor. Hanoi’nin bu ciddi kaotik trafiğinde otelimize doğru yol almaya çalışırken dikkatimi çeken ikinci şey ise daracık ön cepheli ince uzun binalar oluyor. Ve bir de bu dar cepheli ince uzun binaların duvarlarındaki tabelalarda yer alan "Nguyen" isminin çokluğu. Sonradan öğreniyorum ki Vietnam nüfusunun yaklaşık yüzde 40’nının soyadı Nguyen’miş…

Otelimiz Thang Long Opera, Hanoi’nin turistik merkezi diyebileceğimiz Old Quarter'a yürüme mesafesinde. Otele yerleşmemizin ardından ilk durağımız Edebiyat Tapınağı oldu.

Konfüçyüs’e adanmış tapınaklar Konfüçyüs tapınağı olarak anılıyor. Hanoi’deki Edebiyat Tapınağı (Van Mieu) da bunlardan biri. Vietnam’daki Konfüçyüs’e adanmış birkaç tapınaktan biri olan Edebiyat Tapınağı 1070 yılında inşa edilmiş (yazıyla Bin Yetmiş…) ve aynı zamanda İmparatorluk Akademisi ismiyle Vietnam’ın ilk üniversitesi de burada yer alıyor.

Edebiyat Tapınağının at üzerinde olanların atlarından inmelerini gerektirecek şekilde alçak olarak tasarlanmış güzel kapısından giriyorsunuz ve karşınıza güzel yemyeşil bir avlu çıkıyor. Ve aynı şeyi, yani güzel bir avluya açılan güzel bir kap olayını dört kez daha yaşıyorsunuz. Üçüncü kapının ardındaki avluda büyükçe bir havuz var; ismi Eşşiz Berraklığın Kuyusu.  Ayrıca avluyu çevreleyen bir sürü kaplumbağa heykeli göze çarpıyor. Bu taştan yapılma kaplumbağa heykelleri; “Doctor’s Steles” yani Doktor Dikilitaş’ları üç yılda bir düzenlenen sınavlarda başarılı olmuş 1037 mezunun anısı için yapılmış. Üzerlerinde isimleri ve doğum yerleri yazılıymış. Son avlularda da Tapınak ve İmparatorluk Akademisi var.


Edebiyat Tapınağı Girişi

Edebiyat Tapınağı birinci avlu

Edebiyat Tapınağından

Üçüncü Avludaki Havuz; Eşşiz Berraklığın Kuyusu ve
arkada "Doctor's Steles" heykelleri

Doctor's Steles; Doktor Dikilitaşları

Tapınaktaki Konfüçyüs Heykeli

Edebiyat Tapınağındaki havuzlardan


Edebiyat Tapınağının Hanoi sokaklarındaki kaosa kıyasla cennet gibi dingin ve güzel bahçelerinde biraz oyalanınca gün sona ermeye başlamıştı. Zaten Hanoi’ye 12.30 gibi inmiştik, ardından trafik, otele yerleşme derken Edebiyat Tapınağı çıkışı Hoan Kiem gölünü gün yüzüyle göremedik, dolayısıyla fotoğraf da çekemedim.

Hanoi’nin tam da tarihi ve turistik merkezinde diyebileceğimiz Hoan Kiem gölü yeşil suları olan ve içerisinde çok sayıda kaplumbağanın yaşadığı küçük bir göl. Tabii ki bir de efsanesi var; Büyük İmparator Le Loi bir gün parlak metal bir çubuk bulur ve bu çubuktan kendine bir kılıç döktürür. Kılıç hazır olduğunda, bir mucize olur, üzerinde iki sözcük belirmiştir; Thuan Thien: Cennetle Uyumlu…  Kılıcın cennetten bir armağan olduğunu anlayan Le Loi bu kılıcı Çinlilere karşı savaşta kullanır ve başarılı olur. Barış zamanı geldiğinde, 1428 yılında göl kenarında gezerken bir kaplumbağa sudan çıkıp Le Loi’nin kılıcını alıp gözden kaybolur. Efsanenin diğer bir versiyonuna göre ise aynı kaplumbağa başını sudan çıkarıp “Lütfen kılıcı Ejderha Kral’a geri ver” diye fısıldar. Her iki versiyona göre de kılıcından olan İmparator da bu göle Hoan Kiem Gölü adını verir; yani “Geri Verilen Kılıcın Gölü”.

Hoan Kiem Gölünden. (Fotoğraf çekemedim dediysem, iyi fotoğraf çekemedim...)

Gölün ortasında ufacık bir ada üzerine inşa edilmiş Kaplumbağa Kulesi isimli bir yapı ve yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz kırmızı köprü ile ulaşılan daha büyükçe başka bir adada Ngoc Son isimli tapınak var (Yeşim Taşı Adası Tapınağı). Çevresinde güzel yürüyüş yolları ve parklar olan göl, Hanoi’liler için bir buluşma mekânıymış. Bir de meşhur Hanoi’nin sabah sporcularının mekânı…

Bizim de bir sonraki sabah yaptığımız gibi, sabahın kör karanlığında kalkar ve sokaklara dökülürseniz Hanoi’nin meşhur sabah sporcularını görebilirsiniz. Henüz gün doğmadan her yaştan binlerce Hanoi’li Hoan Kiem gölü kıyısındaki parklarda topyekûn spor yapıyorlar. Yogadan Tai-Chi’ye aerobikten jogginge kadar farklı sporları yapan grupları görmek mümkün. Hatta elektrik direklerine yerleştirilmiş hoparlörlerden müzik yayını bile yapılıyordu… 

Hanoi'nin Sabah Sporcularından; 



Spor yapan Hanoi’lileri görmek uğruna kör karanlıkta sokaklara döküldüğümüz gün kahvaltı sonrası durağımız Ho Amca’ydı… Vietnam’ın bağımsızlık hareketinin lideri ve Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk başkanı Ho Chi Minh halkı tarafından sevgiyle Ho Amca olarak alınıyor.

Bizim eski tüfek solcuların/devrimcilerin kahramanlarından Ho Chi Minh, devrim sembolü olarak Che kadar tanınmış değildir belki. Ama Che popüler kültür ikonu haline dönüştüğünden, tüm devrimcilerin gönlünde Ho Amca’nın sanki farklı bir yeri vardır -"Ho Ho Ho Si Minh, iki-üç daha fazla Vietnam, Ernesto'ya bin selam" sloganını anımsayan var mı?-

Ülkesinin Fransız sömürgesi olduğu dönemde doğup, öğrencilik yıllarında Fransa karşıtı eylemlerde yer alan Ho Chi Minh, daha sonra çok uzaklara gider. İki yıl süreyle Afrika ve Akdeniz limanlarında dolaşan bir şilepte çalışır, Fransız sömürgesi diğer ülkeleri tanır. Daha sonra Fransa’ya gidip sosyalizmi hayat görüşü olarak benimser. 1920’de Fransız Komünist Partisinin kurucularından biridir ve yazdığı yazılarla çevresindeki Vietnamlı gençleri bağımsızlık mücadelesi konusunda bilinçlendirmeye başlamıştır…

12 Mayıs 1975,
Ho Chi Minh Time'ın kapağında
1941’de otuz yıllık aradan sonra ülkesine dönen Ho Chi Minh, İkinci Dünya Savaşıyla birlikte İndoçin’i işgal eden Japonlara ve sömürgeci Fransızlara karşı gerilla savaşı için hazırlık yapmaya başlar. Hatta Gerilla Savaşı üzerine kitaplar yazar. Bu arada İkinci Dünya Savaşı sürerken destek almak üzerine gittiği Çin’de tutuklanıp çok kötü şartlarda 18 ay hapis yatmak zorunda kalır. Sonrasında bu tutsaklık günlerini Hapishane Defteri (Carnet de Prison) isimli şiir kitabında anlatacaktır.

Vietnam gerilla güçleri Japon işgaline karşı başarıyla direnip önemli kentleri geri almayı başarırlar ve Ho Chi Minh 2 Eylül 1945’de yarım milyon kişilik bir kalabalığın önünde Vietnam Demokratik Cumhuriyetinin kuruluşunu ilan eder. Ama mücadele henüz bitmemiştir. İkinci Dünya Savaşı biterken Japon kuvvetlerini silahsızlandırmak için bölgeye gelen İngilizler ülkeyi Vietnam halkı yerine Fransızlara bırakırlar. Sekiz yıl daha süren bir direnişin ardından 1954 yılında Fransızlar yenilgiyi kabul eder ancak görüşmeler sonucunda Vietnam Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünmüştür. Kuzey Vietnam Ho Chi Minh yönetimine bırakılırken Güney Vietnam ise ABD’nin “müttefiki” olmuştur. Sonrasını biliyorsunuz; Amerikan Savaşı. Ho Chi Minh’in Kuzey Vietnamı’ı Güney Vietnam ve ABD’ye karşı 1955’de başlayan savaştan 1975’de kesin galip olarak çıkar. Maalesef 1969’da hayatını kaybeden Ho Chi Minh ne savaşın sonunu ne de iki Vietnam’ın yeniden birleştiğini görememiştir.

Vietnam Halkı Japonlara, Fransızlara ve Amerikalılara karşı kazandıkları bağımsızlık savaşlarında kendilerine önderlik eden büyük liderleri için başkentlerinde büyük bir anıt mezar yapmışlar. Bu anıt mezarın da içinde yer aldığı Ho Chi Minh Mozoleum Kompleksindeki ilk durağımız Ho Amca’nın müzeye dönüştürülmüş eviydi.

Mango, pomelo ve adını bilmediğim başka tropikal ağaçlarla dolu yemyeşil bahçelerin çevrelediği gölün bir kenarında Başkanlık Sarayı Binası yer alıyor; zamanında Fransız Sömürgesinin temsilcisi, Indoçin Valisinin kullandığı tipik Fransız Kolonyal mimarisine sahip bir bina. Bu yapıyı, 1954’de bağımsızlıklarını kazandıklarında Ho Chi Mihn, kendisinden de bekleneceği üzere kullanmak istememiş. Onun yerine kendisine, hemen gölün diğer tarafında tipik Vietnam tarzı kazıklar üzerinde duran bir ev inşa ettirmiş. Ho Chi Minh’in 1958’den 1969’daki ölümüne kadar kaldığı bu mütevazı ev sadece 2 küçük odadan oluşuyor. Hatta İnsanların kafasındaki "eski araba lastiklerinden yapılma terlik ve basit bir üniforma giyen" sade adam imajını korumak için o kadar mütevazı bir ev inşa etmişler ki evin görünürde bir tuvaleti bile yok... Hayatının neredeyse tamamını emperyalizme karşı savaşarak harcamış bir adam son yıllarında daha iyi şartları hak ediyordu diye düşünmeden yapamıyorum. Şahsen Ben, eğer bu evin şartları çok daha iyi olsaydı bile Ho Chi Mihn’e bakış açım değişmeyecekti, yine saygı duymaya devam edecektim. Eğer bu sergilenenler gerçekse tabii ki.

Ho Chi Minh'in mütevazı evi

Ho Amca'nın evini bekleyen Askerlerden


Sonraki durağımız Ho Chi Minh’in Mozolesi. Önce kurallardan söz edelim; şort yok, kısa etek yok, kolsuz tişört yok, parmak arası terlik veya açık ayakkabı yok, Ho Chi Mihn’in mumyasının sergilendiği salonda gülmek, konuşmak yok, durmak bile yok. Fotoğraf makinesi zaten hiç yok ki mozolenin girişinde makinenizi, çantanızı, cep telefonunuzu alıyorlar.

Mozole; fazlasıyla Anıtkabir’i andıran gri ve soğuk bir yapı. İçeriye bir merdiven ile girip diğeriyle çıkıyorsunuz. Her köşe başında, sizi her an “şunu yapma, bunu yapma” diyecekmiş gibi süzen beyaz üniformalı askerler var. Mozolenin içindeki yarı karanlık salonda, camdan bir lahit içerisinde de Ho Amca’nın mumyası duruyor. Önünden yavaşça yürüyerek geçiyorsunuz. Durmak yasak, duracak olursanız askerler sizi uyarıyor. 

Gerçekte Ho Chi Minh ölümünden sonra cenazesinin yakılmasını istemiş. Fakat kaderin cilvesi; Vietnam Halkının kahramanlarını ölümsüzleştirme arzuları daha güçlü gelmiş.

Bu arada bir hatırlatma; Ho Chi Mihn’in mozolesi her yıl 3 aylığına kapalı. Eylül'den Aralık başına kadar Ho Amca’nın mumyası bakım için Rusya’ya gidiyormuş. Şüpheci Vietnamlıların klasik esprisine göre ise Madame Tussaud’un bu aylarda Vietnam Hükumetiyle kontratı varmış. Açıkçası Ho Amca'nın önünden geçerken bu espride fazlaca bir gerçeklik payı olduğunu düşünmemek elde değil. İyi mumyalanmış bir ceset mi yoksa mükemmel bir bal mumu heykel mi anlamak zor. Kim bilir, belki de bu yüzden kimsenin saygı geçişi sırasında birkaç saniye bile olsa durmasına izin vermiyorlardır...   

Ba Dihn Meydanında Ben. Arkada Ho Chi Minh'in Mozolesi.
Ho Amca Bağımsızlık Bildirgesini ilk kez bu meydanda açıklamış

Ho Amca'larını ziyaretten dönen Vietnamlı Öğrenciler


Bir sürü öğrenciyle birlikte Ho Chi Minh’in evini ve Mozolesini gezdikten sonra otobüsümüze atlayıp geceyi geçireceğimiz Halong Körfezi'ne doğru yola düşüyoruz.

Çin’in güneyinden doğup Hanoi’nin ortasından geçen ve Tonkin Körfezinde denize dökülen Kızıl Nehir üzerindeki köprülerden birinden geçerken Rehberimiz uzaklardaki diğer bir köprüyü gösteriyor; Long Bien Köprüsü. Ülkenin Fransız sömürgesi olduğu dönemde inşa edilip 1903 yılında hizmete açılan bu köprü o dönemde Asya’nın en uzun köprüsüymüş (yaklaşık 2400 metre). Her ne kadar Rehberimiz bize Eiffel yaptı dediyse de aslında köprüyü inşa eden başkaları; Dayde ve Pille isimli iki Fransız mimar, fakat meşhur kulesinin inşaatında, çağın ilerisinde mühendislik uygulamaları kullanan Gustave Eiffel’in yöntemleri örnek alındığından, yanlış olarak bu köprü de kendisine mal edilmiş. Yani dünyanın pek çok yerinde eserleri olan üstadın burada emeği yok.

Kendini gezgin olarak tanımlayan biri olarak, bazen hakkında bir şeyler okuduğum, resimlerini gördüğüm dolayısıyla merak ettiğim bazı eserlerin ya da mekânların karşısında hayal kırıklığı yaşadığım anlar olmuştur.  “Bu muymuş?” dediğim, hafiften burun kıvırdığım anlar. Fakat yine bir gezgin olarak bu gibi durumlarda o ülke insanının gözleriyle bakmaya çalışmayı da öğrendim.

Şahsen fotoğraflayamamış olsam da buyurun sizlere web'den Long Bien Köprüsü

Long Bien Köprüsü de bu durumun tipik örneği. Uzaklardan da olsa gördüğüm sadece eski ve çirkin bir köprüydü. Ama Vietnam Halkı için önemini anlayınca köprü güzelleşti sanki. Hatta “keşke zamanım olsaydı daha yakından görüp, fotoğraflarını çekebilseydim” dedim. Savaş döneminde Kızıl Nehir üzerindeki, dolayısıyla Hanoi’yi önemli liman şehri Haipong’a bağlayan tek köprüymüş Long Bien. İşte bu stratejik öneminden ötürü Amerikan Savaşında defalarca bombalanmış, zarar görmüş ama Vietnamlıların yaratıcı ama basit çözümleriyle yeniden onarılmış. Bugün üzerinden trenlerin ancak yavaşça geçtiği, tren dışında sadece motosiklet ve yaya trafiğine açık köprü taşıdığı savaştan kalma izlerle bir direniş sembolü haline dönüşmüş. Hatta hakkında şarkılar ve şiirler bile yapılmış. Tüm bunları öğrendikten sonra “Varsın gözlerimize çirkin görünsün ama saygıda kusur etmemeli” diyor insan Long Bien köprüsü karşısında…

Bir daha Hanoi’ye yolum düşerse mutlaka bu köprü yakından görülecek ve fotoğraflanacak diye notumu buraya düştükten sonra seyahatnamemin kalanını sonraki bölüme bırakayım. Sonraki bölüm; Halong Körfezi. UNESCO’nun Dünya Mirasları listesinde yer alan olağanüstü güzel bir körfez… 


Sürecek

Etiketler: , , ,