Vietnam gerilla güçleri
Japon işgaline karşı başarıyla direnip önemli kentleri geri almayı başarırlar
ve Ho Chi Minh 2 Eylül 1945’de yarım milyon kişilik bir kalabalığın önünde
Vietnam Demokratik Cumhuriyetinin kuruluşunu ilan eder. Ama mücadele henüz
bitmemiştir. İkinci Dünya Savaşı biterken Japon kuvvetlerini silahsızlandırmak
için bölgeye gelen İngilizler ülkeyi Vietnam halkı yerine Fransızlara
bırakırlar. Sekiz yıl daha süren bir direnişin ardından 1954 yılında Fransızlar
yenilgiyi kabul eder ancak görüşmeler sonucunda Vietnam Kuzey ve Güney
olarak ikiye bölünmüştür. Kuzey Vietnam Ho Chi Minh yönetimine bırakılırken
Güney Vietnam ise ABD’nin “müttefiki” olmuştur. Sonrasını biliyorsunuz;
Amerikan Savaşı. Ho Chi Minh’in Kuzey Vietnamı’ı Güney Vietnam ve ABD’ye karşı
1955’de başlayan savaştan 1975’de kesin galip olarak çıkar. Maalesef 1969’da
hayatını kaybeden Ho Chi Minh ne savaşın sonunu ne de iki Vietnam’ın yeniden
birleştiğini görememiştir.
Vietnam Halkı Japonlara,
Fransızlara ve Amerikalılara karşı kazandıkları bağımsızlık savaşlarında
kendilerine önderlik eden büyük liderleri için başkentlerinde büyük bir anıt
mezar yapmışlar. Bu anıt mezarın da içinde yer aldığı Ho Chi Minh Mozoleum Kompleksindeki ilk durağımız Ho Amca’nın müzeye dönüştürülmüş
eviydi.
Mango, pomelo ve adını
bilmediğim başka tropikal ağaçlarla dolu yemyeşil bahçelerin çevrelediği gölün
bir kenarında Başkanlık Sarayı Binası yer alıyor; zamanında Fransız Sömürgesinin
temsilcisi, Indoçin Valisinin kullandığı tipik Fransız Kolonyal mimarisine sahip bir bina. Bu yapıyı, 1954’de bağımsızlıklarını kazandıklarında Ho Chi Mihn, kendisinden de bekleneceği üzere kullanmak istememiş. Onun yerine kendisine, hemen gölün diğer tarafında tipik Vietnam tarzı kazıklar üzerinde duran bir ev inşa ettirmiş. Ho
Chi Minh’in 1958’den 1969’daki ölümüne kadar kaldığı bu mütevazı ev sadece 2
küçük odadan oluşuyor. Hatta İnsanların kafasındaki "eski araba lastiklerinden
yapılma terlik ve basit bir üniforma giyen" sade adam imajını korumak için o
kadar mütevazı bir ev inşa etmişler ki evin görünürde bir tuvaleti bile yok... Hayatının
neredeyse tamamını emperyalizme karşı savaşarak harcamış bir adam son
yıllarında daha iyi şartları hak ediyordu diye düşünmeden yapamıyorum. Şahsen Ben, eğer bu
evin şartları çok daha iyi olsaydı bile Ho Chi Mihn’e bakış açım değişmeyecekti,
yine saygı duymaya devam edecektim. Eğer bu sergilenenler gerçekse tabii ki.
|
Ho Chi Minh'in mütevazı evi |
|
Ho Amca'nın evini bekleyen Askerlerden |
Sonraki durağımız Ho Chi
Minh’in Mozolesi. Önce kurallardan söz
edelim; şort yok, kısa etek yok, kolsuz tişört yok, parmak arası terlik veya açık
ayakkabı yok, Ho Chi Mihn’in mumyasının sergilendiği salonda gülmek, konuşmak yok, durmak bile
yok. Fotoğraf makinesi zaten hiç yok ki mozolenin girişinde makinenizi, çantanızı, cep telefonunuzu alıyorlar.
Mozole; fazlasıyla Anıtkabir’i
andıran gri ve soğuk bir yapı. İçeriye bir merdiven ile girip diğeriyle çıkıyorsunuz.
Her köşe başında, sizi her an “şunu
yapma, bunu yapma” diyecekmiş gibi süzen beyaz üniformalı askerler var. Mozolenin
içindeki yarı karanlık salonda, camdan bir lahit içerisinde de Ho Amca’nın
mumyası duruyor. Önünden yavaşça yürüyerek geçiyorsunuz. Durmak yasak, duracak
olursanız askerler sizi uyarıyor.
Gerçekte Ho Chi Minh
ölümünden sonra cenazesinin yakılmasını istemiş. Fakat kaderin cilvesi; Vietnam Halkının kahramanlarını ölümsüzleştirme arzuları daha güçlü gelmiş.
Bu arada bir hatırlatma;
Ho Chi Mihn’in mozolesi her yıl 3 aylığına kapalı. Eylül'den Aralık başına
kadar Ho Amca’nın mumyası bakım için Rusya’ya gidiyormuş. Şüpheci Vietnamlıların
klasik esprisine göre ise Madame Tussaud’un bu aylarda Vietnam Hükumetiyle kontratı varmış. Açıkçası Ho Amca'nın önünden geçerken bu espride fazlaca bir gerçeklik payı olduğunu düşünmemek elde değil. İyi mumyalanmış bir ceset mi yoksa mükemmel bir bal mumu heykel mi anlamak zor. Kim bilir, belki de bu yüzden kimsenin saygı geçişi sırasında birkaç saniye bile olsa durmasına izin vermiyorlardır...
|
Ba Dihn Meydanında Ben. Arkada Ho Chi Minh'in Mozolesi. Ho Amca Bağımsızlık Bildirgesini ilk kez bu meydanda açıklamış |
|
Ho Amca'larını ziyaretten dönen Vietnamlı Öğrenciler |
Bir sürü öğrenciyle
birlikte Ho Chi Minh’in evini ve Mozolesini gezdikten sonra otobüsümüze atlayıp geceyi geçireceğimiz Halong Körfezi'ne doğru yola düşüyoruz.
Çin’in güneyinden doğup
Hanoi’nin ortasından geçen ve Tonkin Körfezinde denize dökülen Kızıl Nehir
üzerindeki köprülerden birinden geçerken Rehberimiz uzaklardaki diğer bir
köprüyü gösteriyor; Long Bien Köprüsü. Ülkenin Fransız sömürgesi olduğu dönemde
inşa edilip 1903 yılında hizmete açılan bu köprü o dönemde Asya’nın en uzun
köprüsüymüş (yaklaşık 2400 metre). Her ne kadar Rehberimiz bize Eiffel yaptı
dediyse de aslında köprüyü inşa eden başkaları; Dayde ve Pille isimli iki
Fransız mimar, fakat meşhur kulesinin inşaatında, çağın ilerisinde mühendislik
uygulamaları kullanan Gustave Eiffel’in yöntemleri örnek alındığından, yanlış
olarak bu köprü de kendisine mal edilmiş. Yani dünyanın pek çok yerinde
eserleri olan üstadın burada emeği yok.
Kendini gezgin olarak tanımlayan biri olarak, bazen
hakkında bir şeyler okuduğum, resimlerini gördüğüm dolayısıyla merak ettiğim
bazı eserlerin ya da mekânların karşısında hayal kırıklığı yaşadığım anlar
olmuştur. “Bu muymuş?” dediğim, hafiften
burun kıvırdığım anlar. Fakat yine bir gezgin olarak bu gibi durumlarda o ülke
insanının gözleriyle bakmaya çalışmayı da öğrendim.
|
Şahsen fotoğraflayamamış olsam da buyurun sizlere web'den Long Bien Köprüsü |
Long Bien Köprüsü de bu
durumun tipik örneği. Uzaklardan da olsa gördüğüm sadece eski ve çirkin bir
köprüydü. Ama Vietnam Halkı için önemini anlayınca köprü güzelleşti sanki. Hatta
“keşke zamanım olsaydı daha yakından görüp, fotoğraflarını çekebilseydim”
dedim. Savaş döneminde Kızıl Nehir üzerindeki, dolayısıyla Hanoi’yi önemli liman
şehri Haipong’a bağlayan tek köprüymüş Long Bien. İşte bu stratejik öneminden ötürü Amerikan Savaşında defalarca bombalanmış, zarar görmüş ama Vietnamlıların
yaratıcı ama basit çözümleriyle yeniden onarılmış. Bugün üzerinden trenlerin ancak
yavaşça geçtiği, tren dışında sadece motosiklet ve yaya trafiğine açık köprü taşıdığı
savaştan kalma izlerle bir direniş sembolü haline dönüşmüş. Hatta hakkında şarkılar ve
şiirler bile yapılmış. Tüm bunları öğrendikten sonra “Varsın gözlerimize çirkin
görünsün ama saygıda kusur etmemeli” diyor insan Long Bien köprüsü karşısında…
Bir daha Hanoi’ye yolum
düşerse mutlaka bu köprü yakından görülecek ve fotoğraflanacak diye notumu
buraya düştükten sonra seyahatnamemin kalanını sonraki bölüme bırakayım.
Sonraki bölüm; Halong Körfezi. UNESCO’nun Dünya Mirasları listesinde yer alan
olağanüstü güzel bir körfez…
Sürecek